11 Mayıs 2015 Pazartesi

UNUTUR MU?



Sen gideli yıllar oldu
Nice çiçek açtı soldu
Teller, sazlar seni sordu
Soran seni unutur mu?

Sen de bir kültüre doğdun
Solgun oldun, yorgun oldun
Gülmesen bile güldürdün
Gülen yüzler unutur mu?

Nice Ozan sana geldi
Koca çınarda dal oldu
Veysel artık doğru yoldu
Yolcu yolu unutur mu?

Ali bilmez çalar sazı
Söylenenler ondan azı
Yetiyor Veysel’in sözü
Söz ağzı unutur mu?



7 Mart 2015 Cumartesi

MİLLİ EGEMENLİK-DEMOKRASİ ve BİZE ÖZGÜ BAŞKANLIK

                          

Millet dediğimiz topluluk Egemenliğin sahibidir. Cumhuriyet öncesi egemenlik Tanrı adına ya dini liderin ya da kralın veya bir gurubun elindeydi. Cumhuriyetle egemenlik bir anlamda gökten yere indirildi. Böylece, inanç istismarlığı bir anlamda önlenmiş de oldu. Yanı egemenliğin kaynağı millet oldu. Millet, bu egemenliği ya doğrudan; ya da belli süreler için seçtiği vekilleri aracılığı ile dolaylı olarak kullanmaya başladı. Milyonlarca insanın; güncel hayatın değişimi ve gelişimi süreçlerine doğrudan katılmasının getirdiği kargaşa ve masraflar göz önüne alındığında; bizzat kendisinin bu yetkisini kullanmasının zorluğu açıktır. Ancak çağdaş toplumlarda temsilciler milletin tamamının oy kullandığı bir seçimde seçilirler. Bu gerçek demokrasilerde, uygar toplumlarda olmazsa olmaz bir yurttaşlık hakkıdır.
 Millet adına yetki alan vekiller bu yetkilerini kullanırken uygulamada milletin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal anlamda egemenliklerini kısıtlayacak, yok edecek şekilde kullanamazlar. Egemenliğin kaynağı her zaman milletin kendisidir. Ayrıca millet adına egemenlik yetkisi sadece meclisler eliyle değil Anayasal kurumlar eliyle de kullanılır. Yargı gibi Anayasal kurumların kararları da, meclis örneğinde olduğu gibi; dolaylı olarak milli egemenliği ifade eder. İktidarların; sadece meclislerin, hatta hükumetin kararlarını ulusal egemenlik olarak görüp, Anayasal kurumların kendilerine uyumlu kararlar vermesini dillendirmeleri bir yanıltma algısıdır. Egemenliğin dayanağı anayasalardır. Anayasal yetkiler kimin eliyle uygulanırsa uygulansın her zaman milli egemenliği temsil ederler. Darbe anayasaları bile olsa değiştirilmediği sürece öyledir.
Ulusal egemenliğin olmazsa olmazı seçimdir. Seçim süreçleri demokratik; kamusal destek ve ekonomik kaynaklar, tanıtım açısından eşitlikçi, hilesiz-hurdasız, şeffaf ve denetlenebilir olmalıdır.
Seçim ve seçimle gelen ulusal irade tek başına demokrasi değildir. Demokrasiyi anlamlı kılan seçimle gelen iktidarlar dışında; insan hak ve özgürlükleri, anayasa bütünlüğü, çevre ve kamu düzeninin sağlıklı işlemesini kollayıp korumakla yetkili kılınmış Anayasal Kurumlardır. Bu kurumlar, özellikle de egemenlik yetkisini kötüye kullanmak isteyecek iktidarlara karşı kurulup, güvenceye alınmıştır.  Demokrasinin bir başka niteliği muhalefet partilerinin iktidara giden yolda anayasal ve yasal anlamda iktidardaki parti ile eşit koşullarda yarışmasıdır.
Atatürk’ün deyimiyle demokrasi bir sosyal yardım veya ekonomik bir sistem değildir. Maddi refah meselesi de değildir. Bu türden yaklaşımlar yurttaşların siyasal özgürlüklerini yok saymak çabalarıdır. Oysaki demokrasi temelde siyasi niteliklidir.  (Örneğin: Suudi Arabistan'ı sosyal yardım ve ekonomik işleyiş açısından maddi refah içinde düşünsek orası için demokrasi diyebilir miyiz?) Demokrasi bir mide sorunu değildir, bir kafa sorunudur. Demokrasilerde ulus yönetenleri denetler. Demokrasi, özgür düşünceye dayanır. Yönetim ilkesi adalete bağlılığı ve ahlak sahibi olmayı gerektirir.  Demokrasi analık babalık gibi bir yurt sevgisidir. Demokrasi yine temelde bireycidir; eşitlikçidir, azınlıkların haklarını güvenceye alan bir çoğulculuk yönetimidir. Demokrasi katılımcılıktır, sanattır, kültürdür, siyasal hak ve özgürlüklerin tamamıdır, çevre duyarlılığıdır, insanın toplumsallaşması, insanın insanlaşması dır. Demokrasi haksızlığa, zorbalığa, soyguna, yalana karşı duruş; haklıdan, yoksuldan, mazlumdan, güçsüzden yana olmaktır. İnsanı rengiyle, fiziğiyle, cinsiyetiyle, dili, ırkı, dini ve mezhebiyle yargılamamak dır.  
Şimdi bir seçime giriyoruz. Demokrasi için bir şansımızı daha kullanıyoruz. Bu şansı bir daha bulamaya biliriz de. Bulundukları görevlerde partiye, ülkeye değil de kendilerine demokrasi kuran ve kurmak isteyenlere değil; partide de, ülkede de tam demokrasi kararlığı içinde olanlara sahip çıkmamız gerekir. Bu çıkış; partimize, ülkemize, geleceğimize hatta kendileri için demokrasi çabasındakilerin nesilleri içinde yapılması kaçınılmaz bir görevdir.
 Çağdaş demokrasilerde ki başkanlık sistemini bile öteleyerek kendimize özgü başkanlık sistemi özlemek; vekaleten seçimle aldığı, alacağı egemenlik yetkisini kullanırken temel hak ve özgürlüklerimizin yok edilmesine dönük endişenin yerin deliğinin göstergesidir. Bu, ileri demokrasiyi bırak, demokrasi hayalimizin de yok olacağı anlamındadır. Bu “milli irade” diye de seslendirilen “egemenlik haklarımızın” elimizden gitmesinin kapılarını aralıyor olacaktır. Bu duyarlılığı taşımayanlar sonradan yakın mamalıdır. 07.03.2015 Yararlanılan kaynak medeni bilgiler. M.Kemal Atatürk
                       



            


28 Eylül 2014 Pazar

İSE


Ovalar, yaylalar sana tapulu
Dersin ki konağım kırk beş kapılı
Övünme boşuna malların malı
Uğruna ölecek yarin yok ise

Atının yelesi rüzgarla eser
Atı değil amma kendisi şişer,
Görmeyip geçenler görerek düşer
İnsanı insanda görmüyor ise

Zaman demez, mekan demez, dil sormaz
Barışa açılan durakta durmaz
İlkbahar içinde Sonbahar bilmez
Uzun ince bir yol duymuyor ise

Altını var sarayı var, yatı var
Bir kenti kuracak de ki katı var
Dünya senin olsa ne kıymetin var
Kuşkusuz yatacak yurdun yok ise

 Karlıdağ’ın taşı, kumu, toprağı
An gelecek yeşerecek yaprağı
Kırılan umudun belki ortağı
Dönüp de bakacak özü var ise




27 Eylül 2014 Cumartesi

İNANÇ


İktidarlar yaman olur
Saplar döner saman olur
Zaman gelir aman olur,
Devran sürmez inan kardeş

Ekmek elle, saman yelle
Yılan çıkar tatlı dille
İçinde ki derdi söyle
Çare vardır inan kardeş

Karanlıklar seni boğar
Işık doğar onu kovar
Umudu bitiren yanar
Umut candır inan kardeş

Gözden göze ışık olur
Gönül durmaz âşık olur
Karmaşık karışık olur
Ruhla beden inan kardeş

Karlıdağ’ın özü, sözü,
 Yokuşun olmaz mı düzü
Çaresiz de gülen yüzü
Yaratmaktır inanç kardeş


12 Eylül 2014 Cuma

12 EYLÜL'Ü ANLAMAK!

12 EYLÜL’Ü ANLAMAK!
Faşist darbenin ilanı sonrası kahvede bir chp üyesi bana “Hocam, seni buraya belediye başkanı olarak görevlendirirler” dediğinde; Atatürk adını kullanmak başka, Atatürk’ü anlamak başka bir şey; bunu 27 Mayıs’la karıştırıyorsun; bu onun tam tersi bir süreç olacak, dediğimde “Bari sen böyle deme” diye sitem etti. Belli bir süre sonra gelerek  “Çok haklıymışsın hocam” demişti.
O dönemde Atatürk heykelleri dikerek, Atatürk adı kullanılarak halka ve ülkeye ihanet derecesinde kötülük yapıldı. Atatürkçülük adına dini siyasette ve ticarette kullanmanın temelleri atıldı. İşkenceler, haksızlıklar, yolsuzluk ve yoksulluk Atatürk adıyla savunuldu. Özellikle akıl ve bilim merkezli eğitimin altı oyuldu. Kitaplar ve düşünceler tutuklandı. Halkın kahramanı, bağımsızlığın ve cumhuriyetin lideri, birlikte yaşamın çimentosu Atatürk ismi bilerek yıpratıldı. Bu gün yaşananlar 12 Eylül’le başlayan bir sürecin sonucudur. Bu süreci tersine çevirmeyi ne yazık ki başaramadık. Yöneticilerin zekâ ve yurtseverlilik dereceleri, örgütlü gücümüz, aydın potansiyelimiz buna yetmedi. İnadına bu süreçte devleti ve partileri öylesine çapsız ve dışarıya bağımlı kişiler yönetti ki 12 Eylül ruhu hep isim ve şekil değiştirerek yaşadı.
Bu gün Kürt halkının %80 i inadına birlikte yaşamak derken; Emperyal motorlu bölücü hareket yol kontrolü yapar, vergi toplar, bayrak indirir, heykel diker, devleti tehdit eder duruma gelmişse; bunu 12 Eylül’den, 12 Eylül’ü Büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Orta doğu projesinden ayrı düşünemeyiz. Bu ne demek “Bizim çocuklar başardı”  diye 12 Eylül müjdesi alan güçler en az 34 yıl önce adı, şekli önemli değil “IŞİD”  projesini o günden başlatmışlar.
IŞİD emperyal bir sopa, ya da maşadır.  Işid diye isimlendirilen terör örgütü ile Irak’ta Maliki, Kuzey Irak’ta Barzani denetlenebilen çizgiye çekilmiştir. Maliki, hükümeti bırakma, Barzani PKK nın kendisinden daha etkili olduğunu kabul etme noktasına çekilmiştir. Böylece Kürtler arasındaki bölünmüşlük ve güç kavgası yerini Ulusal Birlik noktasına yükseltmiştir. Öte taraftan ABD ışit gerekçesiyle Suriye ve Irak’a tekrar sıcak müdahale gerekçesi yaratmıştır. Şimdi Türkiye’ye Işit le savaş diyerek Ülkeyi PKK ile aynı cephede bir savaşın içine, ya da Işit terörünü somut belgelerle besleyip destekleyen olarak; dünyanın nefretini kazanmış bir terörün koruyucusu olarak suçlayıp cezalandırmak noktasında zorlamaktadır. İki ucu boklu bir değnek durumu! Ancak bizi yönetenler uyarılara rağmen bizi bu noktaya bilerek, isteyerek getirdiler.
Büyük Ortadoğu Projesinin son ana hedefi Türkiye’nin Mustafa Kemal imajı ve Ulus Devlet modelini yıkarak; Irak, Suriye, İran’ı da bölen bir Kürt Devleti oluşturmaktı. Irak ve Suriye ayağı silah zoruyla, Türkiye ayağı siyaseten oluştu. Ülkelerin gerçeği göz önüne alındığında dönüş noktası şu anda yok gibi görünüyor. İran şu anda bu noktada değilse bunu çaplı siyasetine borçludur.
Türkiye ayağını özellikle CHP yi katarak siyaseten tamamlamak istiyorlar. Böylece; Kuruluş felsefesi içinde chp ye sahip çıkan yurt severlerin, ülkeyi bölme görevi üstlenmiş partileriyle bağlarını kopararak, onların savurmasını görmektir. İleride; yine sağcı iktidarlara kapıyı açık tutmak artısı içinde olaraktan!
Kendi tabanına demokrasiyi, örgütlü mücadeleyi öngörmeyip, hatta engelleyerek bir hukuki yasaklıdan milletvekili, başbakan ve Cumhurbaşkanı yaratan muhalefet liderlikleri ve kadrolarını tebrik etsek hangi derecede haksızlık etmiş oluruz bilmiyorum.
Kuveyt işgali sonrası ABD nin Bağdat’ı bombaladığı gecenin sabahında İlkokul 4.sınıf öğrencilerine duygularınız yazın dediğimde. “Sabaha kadar uyumadık. Dünya patlıyor gibiydi. Korktum. Savaş çok kötü bir şey. Bu savaş durdurulmalı. Yapacak hiçbir şey yok denildiği anda bile yapılacak bir şey mutlaka vardır, olmalıdır.” Diye sınıfta yazmıştı birkaç öğrencim.





3 Temmuz 2014 Perşembe

İSİMLERİ UNUTMADIK



Hasret Gültekin’im tellerde sözüm
Sevgi ateşinde sönmeyen közüm
Sait Metin gibi derindir özüm
Sevgiler yakıldı seven ağlasın

Nesimi Çimen’le üç telli sazım
Edibe Suları’yla Erzincan’dayım
Behçet Aysan ile on iki ayım
Ateş düştü saza teller ağlasın

Muhlis Akarsu’da yanmadan yandın
Murat Gündüz gibi sorarak geldin
Muhibe Akarsu’dan eşini sordun
Cevaplar yakıldı soran ağlasın

Uğur Kaynar gibi özde kaynarım
Huriye Özkan gibi semah dönerim
Carina Cuhanna’da insan olurum
Yaktılar gurbeti Sıla ağlasın.

Asuman Sivri’den işaret geldi
Belkıs Çakır gökte semaha döndü
Koray Kaya bunu bir oyun sandı
Çocuklar yakıldı güller ağlasın

Muammer çiçek’im Yalınyazı Köyüm
Asım Bezirci’yle toplumcu devim
Metin Altıok’la felsefedeyim
Düşünce yakıldı gökler ağlasın.

Yezit ateşinde Sehergül Ateş
Menekşe ablası Koray'la kardeş
Yanan canlar canda oldular yoldaş
Canlarım yakıldı canan ağlasın

İki Temmuz ilkelliğin pazarı
Asaf Koçak düşüncenin çizeri
Yanan odun değil dünya yazarı
Çizgiler yakıldı gören ağlasın

Serpil Canik gonca gülün dalıyım
Özlem’im, Serpil’im Şahin soyuyum
Serkan Doğan gibi Munzur Suyuyum
Yaktılar doğayı doğan ağlasın

Yeşim Özkan Ballıhan’ın balıdır
Gülsüm Karababa demir dağıdır.
Hoş görenler bu ülkenin sağıdır.
Arılar yakıldı kovan ağlasın.

Erdal Ayrancı’nın Niğde’dir ili
Gözleri konuşur susarsa dili
Madımak’la kesişmişti son yolu
Yolcular yakıldı yollar ağlasın.

Mehmet Altay’ın ilçesi Divriği
Kitapla gömülsün Yasemin Sivri
Diyemem insana insandır gayri
Duygular yakıldı tenler ağlasın.

Güllerin içinden Gülender Akçe
Devletimiz diye inandık safça
Gelmiştik Sivas’a insanca, dostça
Kurallar yakıldı düzen ağlasın

Handan Metin bu ülkenin kızıyım
Pir Sultan’ın halktan yana sözüyüm
Madımakta susan ozan sazıyım
Yaktılar yarını zaman ağlasın.

İnci Türk‘üm Türkiye’dir vatanım
İnsanlık adına artık utanın
Açık açık bu davayı satanın
Vicdanı yakıldı kalem ağlasın

Ahmet Özyurt’um Sivas’tır İlim
Emlak diyarında Hüyük’dür köyüm
Dört Eylül’le yanar benim bedenim
Yananlar yaşıyor sağlar ağlasın

Polisi, askeri kenarda durdu.
Mervan’ı, Cehil’i Aziz’e vurdu
Gözünü kapattı suçluyu sordu
Adalet yakıldı Kuran ağlasın.

Karlıdağ’da kar biter de yol bitmez
Vicdan yarasını inançlar örtmez
Tarihin acısı yobaza yetmez
İnsanlık yakıldı insan ağlasın.


29 Haziran 2014 Pazar

IŞIĞIN GÜCÜ


Mevlana var idi hamdı
Sevgiyi sevgide buldu
Gönülden gönüle doldu
Mevlana, Mevlana oldu

Mevlana huzura durdu
Aşkına Güneşler doğdu
Kendinden kendini sordu
Mevlana, Mevlana oldu

Mevlana Güneş’e baktı
Onda gördükleri haktı
O bir ışık kendi yoktu
Mevlana, Mevlana oldu

Mevlana Güneş’i gördü
Evren’in sırrını sordu
Kader değil o bir yoldu
Mevlana böylece doğdu

Mevlana’yı Güneş yaktı
Kendi küllerine baktı
Yanan canlar arşa çıktı
Mevlana, Mevlana oldu

Mevlana Güneş’le doldu
Yokluğunda bir hal oldu
İnsandan Tanrı’ya vardı.
Mevlana, Mevlana oldu

Mevlana deryayı içti
Kendi vicdanında pişti
Varlık, yokluk O’na düştü.
Mevlana Mevlana oldu

Mevlana deryaya daldı
Gel diye, gel diye döndü
İki derya da bir güldü
Mevlana, Mevlana oldu.

Karlıdağ Dergâh’ı sordu
Zamanda, mekanda buldu.
Seni görmez gören kördü
Mevlana ışığa döndü.
                         Karlıdağ

28 Haziran 2014 Cumartesi

TELEFONLAR BİR GÜN SUSAR


Bodrum’da,
Bir çınar ağacıydı O,
Yaşımda, uzağımda;
Yalnızlığımı anladım,
Telefonlar susunca…

İki ayrı kaynaktık
İki ayrı dereye akan
Kesişti yolumuz Isparta’da
Tıpkı giysilerimiz gibi.
Bir olduk, birlik olduk.

Nasıl anlatılır ki;
Günler, aylar, yıllar
Çıkarsız, çırılçıplak
Dostluklar, delilikler?
Nasıl anlatılır ki;
Onca çabayla
Bıraktığın sigaraya
Sen’inle,
Yeniden,
Yeniden başlamak?
Aynı odayı, aynı sofrayı
Aynı duyguyu paylaşmak,
Nasıl anlatılır ki;
Yokluk içinde varlık,
Ya da tersi?
Nasıl anlatılır ki;
Yaşanmışların
Yaşanmamışlığı?
Ya da tersi?





Bak; Ruhi Su
Radyodan
“Eğer bir müminin
Kalbin kırarsan,
Hakka eylediğin
Secde değildir”
Diyor.
Kırmak ne kardeşim,
Yıktın bizi, yıktın.
Ne demek,toprak olmak
Haber vermeden ölmek
Çekip gitmek?
Bu muydu, dostluk,
Bu muydu arkadaşlık,
Yakıştı mı sana!
Şimdi;
Gözlerimde
Akdeniz’in mavisi,
Anılarda İskenderun,
Isparta, Bodrum,
Görmediğim,
Binmediğim teknende
Seninle çıktığım yolculuk.

Sen varken,
Bodrum
Benim sanırdım.
Şimdi sen yoksun ya
Öyle diyorlar ya
Gitsem diyorum,
Gelsem
Şöyle,
1986 Sonbahar’ından
Tepeden, uzaklardan
Bir baksam Torba’ya
 Sorsam seni
Bulutlara, dalgalara,
Yıldızlara,
Sahildeki meyhaneye
Bodrum Kalesi’ne
Cevat Şakir’e
Soramam ki Canana
Doğru mu ölüm,
 Yalan mı ölümsüzlük?

Bir dostun oluyor
Güneş gibi
Yüreğini ısıtan.
Bir dostun oluyor
Üzerine bastığın
Toprak gibi sağlam
Bir dostun oluyor
Gitmesen de, gelmese de
Bir nefes gibi
İçinde.

Sorduğumda:
 “İyiyim,
Otelin verandasında/
Teknede,
Dost sohbetindeyiz.
Problem yok.
Öylesine,
Sesini duymak için
Aradım.”
Derdin.  
Sen çağırdıkça
Gelirim.
Sen de gelle biterdi
Sohbetimiz.
Bilemedim ki,
Söylemedin ki
Telefonlar bir gün susar.



             Ali KARLIDAĞ
            02 Temmuz 2012
Özlemle;
Dostum, kardeşim, arkadaşım
Sevgili Hüseyin ÖZALIN’a


23 Haziran 2014 Pazartesi

İSARKOMED DEMOKRASİ

            
Kurtuluş savaşı sürecinde Mustafa Kemal Saltanatı, Hilafeti direk olarak karşısına almadığı gibi, ayrı etnik yapıları da İslam çatısı altında bir arada tutma ilkesini öne çıkarmıştır. Burada ki amaç;  ülkeyi Emperyalizmin ve ihanet yönetiminin elinden kurtarmak; tam bağımsız, Laik bir Cumhuriyet kurmaktır. Kurtuluşta bu ilkenin önemini ve katkısını kimse yadsıyamaz. Ancak; bu süreçlerde yönetim erkini bu işe inanmayanların eline asla bırakmamıştır. O biliyordu ki; bunu yapmak bir anlamda bir teslimiyettir. Kendini inkârdır. Hiç bir kimse; teslim olanları onların istedikleri yere götürmez. Bir ülkenin, bir ulusun, bir örgütün geleceği kişilerin iyi niyetine nasıl bırakılabilir ki? Atatürk bu ilkeyi öne çıkarırken; asla inanç konusunda samimiyetsiz değildir. Yaşadığı süre içinde (dini siyasi ve ticari çıkarları, ya da toplumun aydınlanmasının, kalkınmasının önüne engel olarak çıkaranlar dışında); kimsenin inancını yaşamasının önünde engel olmamıştır. Üstelik Laiklik ilkesi ile bunu kurumsallaştırmak istemiştir. Ülkeyi ”Hıristiyan” istilasından kurtarmanın öncülüğünü yaparken de İslam’a en büyük katkıyı yapmıştır.
Dün kurtuluş istemiştik, bağımsızlık istemiştik, çağdaş bir devlet istemiştik. Cumhuriyetle birlikte insan hakları, hukuk devleti, örgütlü toplum anlamında eksiklere rağmen önemli kazanımlar edinmedik değil. Geldiğimiz noktada ise bu kazanımların çoğu yok anlamında. Yasama, yargı yürütmenin denetiminde. Genel anlamda parti devleti, hatta tek adam yönetimine dönüşmüş durumda. Siyasette buna tek adam yönetimi veya çoğunluğun diktatörlüğü deniyor. Muhalefetin bu güne gelişteki katkılarını bir tarafa bırakırsak rejim tehlikede görünüyor. Çıkış aranıyor. Cumhurbaşkanı çıkış olabilir mi? Nasıl, kimin için bir çıkış!
Diktatörlüğün alternatifi nedir? Demokrasi. Demokrasiye kim sahip çıkar? O bilinci taşıyan yurttaşların örgütlü demokratik gücü. Bu gücü nasıl yaratırsın. Öncelikle demokrasiyi kendi bünyende yaşatarak; örnek ve çekim merkezi olarak. Kadrolarını eğiterek. Tüzük ve programı özümsemiş eğitimli tabanı parti disiplini içinde saha çalışmasına katarak. Ülke ve bölge sorunlarına kendi çizginde çözüm üreterek. Halkı ve örgütü ciddiye alarak. İşte Cumhurbaşkanı adayı belirlemesi! Ne farkı var iktidarın çözüm süreci yürütmesinden! Halkı bırak, örgütü ciddiye almak var mı? Bir sosyal demokrat partide bunlar sorgulanmalı. Sorgulamak oy vermemek değil, yol göstermek olarak görülmeli. Ülke içinde dışında etkili yetkili güçlerin kararları doğru bile olsa örgüte de, halka da dayatılmamalı. Cumhurbaşkanları rejimi koruyabilselerdi AKP Sayın Ahmet Necdet SEZER zamanında tarihe gömülürdü! Ne yaptı AKP; çevirdiği yasayı aynen gönderdi. Atanmasını istemeyip geri çevirdiği, beklettiği kararnamelerdeki kişileri vekâleten atadı. İstediğini yine yaptı. Üstelik devlet bu günkü gibi ona bağlı da değildi. Korumak ya da kurmak istediğin rejimi ya iktidar olarak; ya da iktidara aday örgütlü bir güç, bir denge olarak yapabilirsiniz. “Ya Allah Bismillah Allahü Ekber” diyerek dini siyasette bir silah olarak kullananlarla; ileride demokrasi, insan hak ve özgürlükleri için birlik için de olabilecek miyiz? Yoksa bu söylem ileri de çok daha öne mi çıkacaktır dersiniz.?
CHP program ve tüzüğü ne diyor: Laik Cumhuriyet, Sosyal Hukuk Devleti yanı Sosyal Demokrasi. Ne demek Sosyal Demokrasi; çok kazanandan çok vergi alarak tüm yurttaşlara insanca yaşam kurmak. Sömürülerek bunu yapamazsınız. Bu içinde antiemperyalist bir duruşu da taşıyor olmalı. CHP yönetiminin Cumhurbaşkanı olarak önerdiği kişi Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun şimdiye dek Müslüman ülkeler üzerinde oynanan emperyal oyunlara karşı duruşu var mıdır? Laikliği hiç savunmuş mu? Dini inanç dışında sosyal ve siyasal doktrin olarak dayatmaya çalışanlara karşı ne yapmış? Şimdiye dek güçlüye, devlete, dine mi sahip çıkmış, mazlumdan, yoksuldan, güçsüzden yana bir duruşu olmuş mu? Üniter yapımız, mezhep ve inanç farklılıklarına bakışı nedir? O gitsin kim gelirse gelsin denilen Başbakanın yaptıklarıyla ilgili bunca yıldır ne söylemiş, ne yapmış? Bütün bunlar ve benzer sorular karşılık bularak yerli yerine oturmalı değil mi? Bu değerleri savunan, savunmuş binlerce yurtsever varken Sayın İnsanoğlu’nun öne çıkan ana özelliği İslamcı ve Osmanlı hayranlığı duruşu olarak görülüyor. Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım.
CHP sol yelpazenin, üniter yapıdan yana olanların, demokrasi, Attatürk, Laik Cumhuriyet diyen yurtseverlerin sıcak ya da ılık bakacağı bir aday gösterse ilk turda en az ikinci olur mu, olur. İkinci turda Erdoğana oy vermek istemeyenler bu adaya oy verirse ona seçilme şansını yaratmaz mı, yaratabilir. CHP adayının oyu %40-50 üzeri olursa CHP ilk seçimde iktidar alternatifi olur mu, olur. Sayın aday %60 la kazansa CHP ye üçüncü parti olma dışında ne getirir. Hele kaybederse! Parti disiplini diyerek kendi değerlerinizi unutup başkalarının değerleri kutsatılınca tabanın bir kısmını incitecek, bir kısmına da orayı benimsetmiş olmayacak mıyız? İnsan hak ve özgürlüklerinden yana sözünde durmuş dinci bir örnek dünyada var mıdır bilmem? Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruluş felsefesinde; kurtuluş ve kuruluşun yanında özellikle aydınlanma vardır. CHP felsefesi aydınlanmanın felsefesidir. Sayın İhsanoğlu’da; Sayın Başbakan gibi “demokrat” çıkarsa; bu parti aydınlanma yolunda halka ne diyecek! Mustafa Kemal’i başarıya götüren “Tek başıma da kalsam, elime mavzerimi alır Elmadağ’ına çıkar son kurşunuma kadar savaşırım” tutarlılığı, öz güveni değil midir? Ülkeyi arkasına almasının temelin de bu yok mudur? Kendine güvenmeyene kim güvenir. Hedef demokrasi, rejimi korumak ise Sayın Kılıçdaroğlu kendisiyle birlikte çok şeyi ateşe atmış olmuyor mu dersiniz? Biz başbakan için de yanmadık mı? Keşke bu yanışlar karanlıkları aydınlığa çıkarmış ve çıkaracak olsaydı. Ali KARLIDAĞ.18.6.2014

21 Haziran 2014 Cumartesi

KÖREBE


Yoksulluk kader derler
Emeğini böyle yerler
Dönen dolaptaki sırlar
Açılsa da görmez körler

Körebe körebe
Uygarlık nerde
Uygarlık saklanmış
Uygarlık nerde

Uydular uyutsun mu?
Açlar pasta mı yesin?
Analar bebesine,
Sabret, şükret mi desin?

Körebe körebe
Uygarlık nerde
Ara ki bulasın
Uygarlık nerede
Sistemler tuzak kursa
Saflar kadermiş bilse
Mazlum-zalim duruşsa
 Sen bu işte nerdesin?


Körebe körebe
Uygarlık nerde
Ara ki bulasın
Uygarlık nerde

Güneş gölge tutar mı?
Dost dediğin satar mı?
Uygar elbise dar mı?
Körebe körebe
Bomba şeker yapar mı?

Körebe körebe
İnsanlık nerde
İnsanlık kaybolmuş
İnsanlık nerde