28 Eylül 2014 Pazar

İSE


Ovalar, yaylalar sana tapulu
Dersin ki konağım kırk beş kapılı
Övünme boşuna malların malı
Uğruna ölecek yarin yok ise

Atının yelesi rüzgarla eser
Atı değil amma kendisi şişer,
Görmeyip geçenler görerek düşer
İnsanı insanda görmüyor ise

Zaman demez, mekan demez, dil sormaz
Barışa açılan durakta durmaz
İlkbahar içinde Sonbahar bilmez
Uzun ince bir yol duymuyor ise

Altını var sarayı var, yatı var
Bir kenti kuracak de ki katı var
Dünya senin olsa ne kıymetin var
Kuşkusuz yatacak yurdun yok ise

 Karlıdağ’ın taşı, kumu, toprağı
An gelecek yeşerecek yaprağı
Kırılan umudun belki ortağı
Dönüp de bakacak özü var ise




27 Eylül 2014 Cumartesi

İNANÇ


İktidarlar yaman olur
Saplar döner saman olur
Zaman gelir aman olur,
Devran sürmez inan kardeş

Ekmek elle, saman yelle
Yılan çıkar tatlı dille
İçinde ki derdi söyle
Çare vardır inan kardeş

Karanlıklar seni boğar
Işık doğar onu kovar
Umudu bitiren yanar
Umut candır inan kardeş

Gözden göze ışık olur
Gönül durmaz âşık olur
Karmaşık karışık olur
Ruhla beden inan kardeş

Karlıdağ’ın özü, sözü,
 Yokuşun olmaz mı düzü
Çaresiz de gülen yüzü
Yaratmaktır inanç kardeş


12 Eylül 2014 Cuma

12 EYLÜL'Ü ANLAMAK!

12 EYLÜL’Ü ANLAMAK!
Faşist darbenin ilanı sonrası kahvede bir chp üyesi bana “Hocam, seni buraya belediye başkanı olarak görevlendirirler” dediğinde; Atatürk adını kullanmak başka, Atatürk’ü anlamak başka bir şey; bunu 27 Mayıs’la karıştırıyorsun; bu onun tam tersi bir süreç olacak, dediğimde “Bari sen böyle deme” diye sitem etti. Belli bir süre sonra gelerek  “Çok haklıymışsın hocam” demişti.
O dönemde Atatürk heykelleri dikerek, Atatürk adı kullanılarak halka ve ülkeye ihanet derecesinde kötülük yapıldı. Atatürkçülük adına dini siyasette ve ticarette kullanmanın temelleri atıldı. İşkenceler, haksızlıklar, yolsuzluk ve yoksulluk Atatürk adıyla savunuldu. Özellikle akıl ve bilim merkezli eğitimin altı oyuldu. Kitaplar ve düşünceler tutuklandı. Halkın kahramanı, bağımsızlığın ve cumhuriyetin lideri, birlikte yaşamın çimentosu Atatürk ismi bilerek yıpratıldı. Bu gün yaşananlar 12 Eylül’le başlayan bir sürecin sonucudur. Bu süreci tersine çevirmeyi ne yazık ki başaramadık. Yöneticilerin zekâ ve yurtseverlilik dereceleri, örgütlü gücümüz, aydın potansiyelimiz buna yetmedi. İnadına bu süreçte devleti ve partileri öylesine çapsız ve dışarıya bağımlı kişiler yönetti ki 12 Eylül ruhu hep isim ve şekil değiştirerek yaşadı.
Bu gün Kürt halkının %80 i inadına birlikte yaşamak derken; Emperyal motorlu bölücü hareket yol kontrolü yapar, vergi toplar, bayrak indirir, heykel diker, devleti tehdit eder duruma gelmişse; bunu 12 Eylül’den, 12 Eylül’ü Büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Orta doğu projesinden ayrı düşünemeyiz. Bu ne demek “Bizim çocuklar başardı”  diye 12 Eylül müjdesi alan güçler en az 34 yıl önce adı, şekli önemli değil “IŞİD”  projesini o günden başlatmışlar.
IŞİD emperyal bir sopa, ya da maşadır.  Işid diye isimlendirilen terör örgütü ile Irak’ta Maliki, Kuzey Irak’ta Barzani denetlenebilen çizgiye çekilmiştir. Maliki, hükümeti bırakma, Barzani PKK nın kendisinden daha etkili olduğunu kabul etme noktasına çekilmiştir. Böylece Kürtler arasındaki bölünmüşlük ve güç kavgası yerini Ulusal Birlik noktasına yükseltmiştir. Öte taraftan ABD ışit gerekçesiyle Suriye ve Irak’a tekrar sıcak müdahale gerekçesi yaratmıştır. Şimdi Türkiye’ye Işit le savaş diyerek Ülkeyi PKK ile aynı cephede bir savaşın içine, ya da Işit terörünü somut belgelerle besleyip destekleyen olarak; dünyanın nefretini kazanmış bir terörün koruyucusu olarak suçlayıp cezalandırmak noktasında zorlamaktadır. İki ucu boklu bir değnek durumu! Ancak bizi yönetenler uyarılara rağmen bizi bu noktaya bilerek, isteyerek getirdiler.
Büyük Ortadoğu Projesinin son ana hedefi Türkiye’nin Mustafa Kemal imajı ve Ulus Devlet modelini yıkarak; Irak, Suriye, İran’ı da bölen bir Kürt Devleti oluşturmaktı. Irak ve Suriye ayağı silah zoruyla, Türkiye ayağı siyaseten oluştu. Ülkelerin gerçeği göz önüne alındığında dönüş noktası şu anda yok gibi görünüyor. İran şu anda bu noktada değilse bunu çaplı siyasetine borçludur.
Türkiye ayağını özellikle CHP yi katarak siyaseten tamamlamak istiyorlar. Böylece; Kuruluş felsefesi içinde chp ye sahip çıkan yurt severlerin, ülkeyi bölme görevi üstlenmiş partileriyle bağlarını kopararak, onların savurmasını görmektir. İleride; yine sağcı iktidarlara kapıyı açık tutmak artısı içinde olaraktan!
Kendi tabanına demokrasiyi, örgütlü mücadeleyi öngörmeyip, hatta engelleyerek bir hukuki yasaklıdan milletvekili, başbakan ve Cumhurbaşkanı yaratan muhalefet liderlikleri ve kadrolarını tebrik etsek hangi derecede haksızlık etmiş oluruz bilmiyorum.
Kuveyt işgali sonrası ABD nin Bağdat’ı bombaladığı gecenin sabahında İlkokul 4.sınıf öğrencilerine duygularınız yazın dediğimde. “Sabaha kadar uyumadık. Dünya patlıyor gibiydi. Korktum. Savaş çok kötü bir şey. Bu savaş durdurulmalı. Yapacak hiçbir şey yok denildiği anda bile yapılacak bir şey mutlaka vardır, olmalıdır.” Diye sınıfta yazmıştı birkaç öğrencim.





3 Temmuz 2014 Perşembe

İSİMLERİ UNUTMADIK



Hasret Gültekin’im tellerde sözüm
Sevgi ateşinde sönmeyen közüm
Sait Metin gibi derindir özüm
Sevgiler yakıldı seven ağlasın

Nesimi Çimen’le üç telli sazım
Edibe Suları’yla Erzincan’dayım
Behçet Aysan ile on iki ayım
Ateş düştü saza teller ağlasın

Muhlis Akarsu’da yanmadan yandın
Murat Gündüz gibi sorarak geldin
Muhibe Akarsu’dan eşini sordun
Cevaplar yakıldı soran ağlasın

Uğur Kaynar gibi özde kaynarım
Huriye Özkan gibi semah dönerim
Carina Cuhanna’da insan olurum
Yaktılar gurbeti Sıla ağlasın.

Asuman Sivri’den işaret geldi
Belkıs Çakır gökte semaha döndü
Koray Kaya bunu bir oyun sandı
Çocuklar yakıldı güller ağlasın

Muammer çiçek’im Yalınyazı Köyüm
Asım Bezirci’yle toplumcu devim
Metin Altıok’la felsefedeyim
Düşünce yakıldı gökler ağlasın.

Yezit ateşinde Sehergül Ateş
Menekşe ablası Koray'la kardeş
Yanan canlar canda oldular yoldaş
Canlarım yakıldı canan ağlasın

İki Temmuz ilkelliğin pazarı
Asaf Koçak düşüncenin çizeri
Yanan odun değil dünya yazarı
Çizgiler yakıldı gören ağlasın

Serpil Canik gonca gülün dalıyım
Özlem’im, Serpil’im Şahin soyuyum
Serkan Doğan gibi Munzur Suyuyum
Yaktılar doğayı doğan ağlasın

Yeşim Özkan Ballıhan’ın balıdır
Gülsüm Karababa demir dağıdır.
Hoş görenler bu ülkenin sağıdır.
Arılar yakıldı kovan ağlasın.

Erdal Ayrancı’nın Niğde’dir ili
Gözleri konuşur susarsa dili
Madımak’la kesişmişti son yolu
Yolcular yakıldı yollar ağlasın.

Mehmet Altay’ın ilçesi Divriği
Kitapla gömülsün Yasemin Sivri
Diyemem insana insandır gayri
Duygular yakıldı tenler ağlasın.

Güllerin içinden Gülender Akçe
Devletimiz diye inandık safça
Gelmiştik Sivas’a insanca, dostça
Kurallar yakıldı düzen ağlasın

Handan Metin bu ülkenin kızıyım
Pir Sultan’ın halktan yana sözüyüm
Madımakta susan ozan sazıyım
Yaktılar yarını zaman ağlasın.

İnci Türk‘üm Türkiye’dir vatanım
İnsanlık adına artık utanın
Açık açık bu davayı satanın
Vicdanı yakıldı kalem ağlasın

Ahmet Özyurt’um Sivas’tır İlim
Emlak diyarında Hüyük’dür köyüm
Dört Eylül’le yanar benim bedenim
Yananlar yaşıyor sağlar ağlasın

Polisi, askeri kenarda durdu.
Mervan’ı, Cehil’i Aziz’e vurdu
Gözünü kapattı suçluyu sordu
Adalet yakıldı Kuran ağlasın.

Karlıdağ’da kar biter de yol bitmez
Vicdan yarasını inançlar örtmez
Tarihin acısı yobaza yetmez
İnsanlık yakıldı insan ağlasın.


29 Haziran 2014 Pazar

IŞIĞIN GÜCÜ


Mevlana var idi hamdı
Sevgiyi sevgide buldu
Gönülden gönüle doldu
Mevlana, Mevlana oldu

Mevlana huzura durdu
Aşkına Güneşler doğdu
Kendinden kendini sordu
Mevlana, Mevlana oldu

Mevlana Güneş’e baktı
Onda gördükleri haktı
O bir ışık kendi yoktu
Mevlana, Mevlana oldu

Mevlana Güneş’i gördü
Evren’in sırrını sordu
Kader değil o bir yoldu
Mevlana böylece doğdu

Mevlana’yı Güneş yaktı
Kendi küllerine baktı
Yanan canlar arşa çıktı
Mevlana, Mevlana oldu

Mevlana Güneş’le doldu
Yokluğunda bir hal oldu
İnsandan Tanrı’ya vardı.
Mevlana, Mevlana oldu

Mevlana deryayı içti
Kendi vicdanında pişti
Varlık, yokluk O’na düştü.
Mevlana Mevlana oldu

Mevlana deryaya daldı
Gel diye, gel diye döndü
İki derya da bir güldü
Mevlana, Mevlana oldu.

Karlıdağ Dergâh’ı sordu
Zamanda, mekanda buldu.
Seni görmez gören kördü
Mevlana ışığa döndü.
                         Karlıdağ

28 Haziran 2014 Cumartesi

TELEFONLAR BİR GÜN SUSAR


Bodrum’da,
Bir çınar ağacıydı O,
Yaşımda, uzağımda;
Yalnızlığımı anladım,
Telefonlar susunca…

İki ayrı kaynaktık
İki ayrı dereye akan
Kesişti yolumuz Isparta’da
Tıpkı giysilerimiz gibi.
Bir olduk, birlik olduk.

Nasıl anlatılır ki;
Günler, aylar, yıllar
Çıkarsız, çırılçıplak
Dostluklar, delilikler?
Nasıl anlatılır ki;
Onca çabayla
Bıraktığın sigaraya
Sen’inle,
Yeniden,
Yeniden başlamak?
Aynı odayı, aynı sofrayı
Aynı duyguyu paylaşmak,
Nasıl anlatılır ki;
Yokluk içinde varlık,
Ya da tersi?
Nasıl anlatılır ki;
Yaşanmışların
Yaşanmamışlığı?
Ya da tersi?





Bak; Ruhi Su
Radyodan
“Eğer bir müminin
Kalbin kırarsan,
Hakka eylediğin
Secde değildir”
Diyor.
Kırmak ne kardeşim,
Yıktın bizi, yıktın.
Ne demek,toprak olmak
Haber vermeden ölmek
Çekip gitmek?
Bu muydu, dostluk,
Bu muydu arkadaşlık,
Yakıştı mı sana!
Şimdi;
Gözlerimde
Akdeniz’in mavisi,
Anılarda İskenderun,
Isparta, Bodrum,
Görmediğim,
Binmediğim teknende
Seninle çıktığım yolculuk.

Sen varken,
Bodrum
Benim sanırdım.
Şimdi sen yoksun ya
Öyle diyorlar ya
Gitsem diyorum,
Gelsem
Şöyle,
1986 Sonbahar’ından
Tepeden, uzaklardan
Bir baksam Torba’ya
 Sorsam seni
Bulutlara, dalgalara,
Yıldızlara,
Sahildeki meyhaneye
Bodrum Kalesi’ne
Cevat Şakir’e
Soramam ki Canana
Doğru mu ölüm,
 Yalan mı ölümsüzlük?

Bir dostun oluyor
Güneş gibi
Yüreğini ısıtan.
Bir dostun oluyor
Üzerine bastığın
Toprak gibi sağlam
Bir dostun oluyor
Gitmesen de, gelmese de
Bir nefes gibi
İçinde.

Sorduğumda:
 “İyiyim,
Otelin verandasında/
Teknede,
Dost sohbetindeyiz.
Problem yok.
Öylesine,
Sesini duymak için
Aradım.”
Derdin.  
Sen çağırdıkça
Gelirim.
Sen de gelle biterdi
Sohbetimiz.
Bilemedim ki,
Söylemedin ki
Telefonlar bir gün susar.



             Ali KARLIDAĞ
            02 Temmuz 2012
Özlemle;
Dostum, kardeşim, arkadaşım
Sevgili Hüseyin ÖZALIN’a


23 Haziran 2014 Pazartesi

İSARKOMED DEMOKRASİ

            
Kurtuluş savaşı sürecinde Mustafa Kemal Saltanatı, Hilafeti direk olarak karşısına almadığı gibi, ayrı etnik yapıları da İslam çatısı altında bir arada tutma ilkesini öne çıkarmıştır. Burada ki amaç;  ülkeyi Emperyalizmin ve ihanet yönetiminin elinden kurtarmak; tam bağımsız, Laik bir Cumhuriyet kurmaktır. Kurtuluşta bu ilkenin önemini ve katkısını kimse yadsıyamaz. Ancak; bu süreçlerde yönetim erkini bu işe inanmayanların eline asla bırakmamıştır. O biliyordu ki; bunu yapmak bir anlamda bir teslimiyettir. Kendini inkârdır. Hiç bir kimse; teslim olanları onların istedikleri yere götürmez. Bir ülkenin, bir ulusun, bir örgütün geleceği kişilerin iyi niyetine nasıl bırakılabilir ki? Atatürk bu ilkeyi öne çıkarırken; asla inanç konusunda samimiyetsiz değildir. Yaşadığı süre içinde (dini siyasi ve ticari çıkarları, ya da toplumun aydınlanmasının, kalkınmasının önüne engel olarak çıkaranlar dışında); kimsenin inancını yaşamasının önünde engel olmamıştır. Üstelik Laiklik ilkesi ile bunu kurumsallaştırmak istemiştir. Ülkeyi ”Hıristiyan” istilasından kurtarmanın öncülüğünü yaparken de İslam’a en büyük katkıyı yapmıştır.
Dün kurtuluş istemiştik, bağımsızlık istemiştik, çağdaş bir devlet istemiştik. Cumhuriyetle birlikte insan hakları, hukuk devleti, örgütlü toplum anlamında eksiklere rağmen önemli kazanımlar edinmedik değil. Geldiğimiz noktada ise bu kazanımların çoğu yok anlamında. Yasama, yargı yürütmenin denetiminde. Genel anlamda parti devleti, hatta tek adam yönetimine dönüşmüş durumda. Siyasette buna tek adam yönetimi veya çoğunluğun diktatörlüğü deniyor. Muhalefetin bu güne gelişteki katkılarını bir tarafa bırakırsak rejim tehlikede görünüyor. Çıkış aranıyor. Cumhurbaşkanı çıkış olabilir mi? Nasıl, kimin için bir çıkış!
Diktatörlüğün alternatifi nedir? Demokrasi. Demokrasiye kim sahip çıkar? O bilinci taşıyan yurttaşların örgütlü demokratik gücü. Bu gücü nasıl yaratırsın. Öncelikle demokrasiyi kendi bünyende yaşatarak; örnek ve çekim merkezi olarak. Kadrolarını eğiterek. Tüzük ve programı özümsemiş eğitimli tabanı parti disiplini içinde saha çalışmasına katarak. Ülke ve bölge sorunlarına kendi çizginde çözüm üreterek. Halkı ve örgütü ciddiye alarak. İşte Cumhurbaşkanı adayı belirlemesi! Ne farkı var iktidarın çözüm süreci yürütmesinden! Halkı bırak, örgütü ciddiye almak var mı? Bir sosyal demokrat partide bunlar sorgulanmalı. Sorgulamak oy vermemek değil, yol göstermek olarak görülmeli. Ülke içinde dışında etkili yetkili güçlerin kararları doğru bile olsa örgüte de, halka da dayatılmamalı. Cumhurbaşkanları rejimi koruyabilselerdi AKP Sayın Ahmet Necdet SEZER zamanında tarihe gömülürdü! Ne yaptı AKP; çevirdiği yasayı aynen gönderdi. Atanmasını istemeyip geri çevirdiği, beklettiği kararnamelerdeki kişileri vekâleten atadı. İstediğini yine yaptı. Üstelik devlet bu günkü gibi ona bağlı da değildi. Korumak ya da kurmak istediğin rejimi ya iktidar olarak; ya da iktidara aday örgütlü bir güç, bir denge olarak yapabilirsiniz. “Ya Allah Bismillah Allahü Ekber” diyerek dini siyasette bir silah olarak kullananlarla; ileride demokrasi, insan hak ve özgürlükleri için birlik için de olabilecek miyiz? Yoksa bu söylem ileri de çok daha öne mi çıkacaktır dersiniz.?
CHP program ve tüzüğü ne diyor: Laik Cumhuriyet, Sosyal Hukuk Devleti yanı Sosyal Demokrasi. Ne demek Sosyal Demokrasi; çok kazanandan çok vergi alarak tüm yurttaşlara insanca yaşam kurmak. Sömürülerek bunu yapamazsınız. Bu içinde antiemperyalist bir duruşu da taşıyor olmalı. CHP yönetiminin Cumhurbaşkanı olarak önerdiği kişi Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun şimdiye dek Müslüman ülkeler üzerinde oynanan emperyal oyunlara karşı duruşu var mıdır? Laikliği hiç savunmuş mu? Dini inanç dışında sosyal ve siyasal doktrin olarak dayatmaya çalışanlara karşı ne yapmış? Şimdiye dek güçlüye, devlete, dine mi sahip çıkmış, mazlumdan, yoksuldan, güçsüzden yana bir duruşu olmuş mu? Üniter yapımız, mezhep ve inanç farklılıklarına bakışı nedir? O gitsin kim gelirse gelsin denilen Başbakanın yaptıklarıyla ilgili bunca yıldır ne söylemiş, ne yapmış? Bütün bunlar ve benzer sorular karşılık bularak yerli yerine oturmalı değil mi? Bu değerleri savunan, savunmuş binlerce yurtsever varken Sayın İnsanoğlu’nun öne çıkan ana özelliği İslamcı ve Osmanlı hayranlığı duruşu olarak görülüyor. Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım.
CHP sol yelpazenin, üniter yapıdan yana olanların, demokrasi, Attatürk, Laik Cumhuriyet diyen yurtseverlerin sıcak ya da ılık bakacağı bir aday gösterse ilk turda en az ikinci olur mu, olur. İkinci turda Erdoğana oy vermek istemeyenler bu adaya oy verirse ona seçilme şansını yaratmaz mı, yaratabilir. CHP adayının oyu %40-50 üzeri olursa CHP ilk seçimde iktidar alternatifi olur mu, olur. Sayın aday %60 la kazansa CHP ye üçüncü parti olma dışında ne getirir. Hele kaybederse! Parti disiplini diyerek kendi değerlerinizi unutup başkalarının değerleri kutsatılınca tabanın bir kısmını incitecek, bir kısmına da orayı benimsetmiş olmayacak mıyız? İnsan hak ve özgürlüklerinden yana sözünde durmuş dinci bir örnek dünyada var mıdır bilmem? Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruluş felsefesinde; kurtuluş ve kuruluşun yanında özellikle aydınlanma vardır. CHP felsefesi aydınlanmanın felsefesidir. Sayın İhsanoğlu’da; Sayın Başbakan gibi “demokrat” çıkarsa; bu parti aydınlanma yolunda halka ne diyecek! Mustafa Kemal’i başarıya götüren “Tek başıma da kalsam, elime mavzerimi alır Elmadağ’ına çıkar son kurşunuma kadar savaşırım” tutarlılığı, öz güveni değil midir? Ülkeyi arkasına almasının temelin de bu yok mudur? Kendine güvenmeyene kim güvenir. Hedef demokrasi, rejimi korumak ise Sayın Kılıçdaroğlu kendisiyle birlikte çok şeyi ateşe atmış olmuyor mu dersiniz? Biz başbakan için de yanmadık mı? Keşke bu yanışlar karanlıkları aydınlığa çıkarmış ve çıkaracak olsaydı. Ali KARLIDAĞ.18.6.2014

21 Haziran 2014 Cumartesi

KÖREBE


Yoksulluk kader derler
Emeğini böyle yerler
Dönen dolaptaki sırlar
Açılsa da görmez körler

Körebe körebe
Uygarlık nerde
Uygarlık saklanmış
Uygarlık nerde

Uydular uyutsun mu?
Açlar pasta mı yesin?
Analar bebesine,
Sabret, şükret mi desin?

Körebe körebe
Uygarlık nerde
Ara ki bulasın
Uygarlık nerede
Sistemler tuzak kursa
Saflar kadermiş bilse
Mazlum-zalim duruşsa
 Sen bu işte nerdesin?


Körebe körebe
Uygarlık nerde
Ara ki bulasın
Uygarlık nerde

Güneş gölge tutar mı?
Dost dediğin satar mı?
Uygar elbise dar mı?
Körebe körebe
Bomba şeker yapar mı?

Körebe körebe
İnsanlık nerde
İnsanlık kaybolmuş
İnsanlık nerde

SEVGİ


Sevgi, biz diyen dilde,
Sevgi, veren eldedir.
Sevgi, bülbül de, gülde,
Sevgi, kucaklayan daldadır.
Sevgi, bedende, tende,
Sevgi, Yunus olan kul dadır.
Sevgi, şiirde, sözde,
Sevgi, yanan özdedir.
Sevgi, çiçek açan dallarda,
Sevgi, meyve veren gözdedir.
Sevgi; canda, cananda, serde,
Sevgi, ninni olan tel dedir.
Sevgi, yazda, kışta, arada,
Sevgi; barış olan gündedir.
Sevgi; şehirde, obada, köyde,
Sevgi, umut olan yerdedir.
Sevgi, biz diyen dilde,
Sevgi veren eldedir.


20 Haziran 2014 Cuma

CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’na Açık Mektup


 “Partililerin duygularını, düşüncelerini, övgü ve yergilerini yönetenlere sesli duyurabileceği bir ortam olsun isterdim. Yıllardır böyle bir fırsat bulmadım, duymadım. Bu nedenle yazıyorum”
Sayın Genel Başkanım;
CHP Kurtuluş Savaşımızın ateşi ve direnciyle pişmiş, Cumhuriyeti ve ona direnç verecek devrimleri gerçekleştirmiş, çok partili hayatla demokrasiye adım atmış bir parti, bir tarih. Ben değil biz diyen bir kadronun yolunu aydınlattığı bir örgüt. Taban var, deneyim var, kadro var; bunca yıldır iktidar olamıyorsa nedenlerini sorgulamak sorumluluğumuz olmalı diye düşünüyorum.
Doğrusu; işte bu konuda Siz’inle söyleşmek, izninizle biraz da eleştirmek istiyorum. Bu eleştirinin ne kadarını hak ediyorsunuz, işte onda kararsızım. Eleştirilerim noktasında CHP Genel Başkanı’nın eli ne kadar güçlüdür bilemem. Buradan bakınca iyi niyetinizden şüphe edilmiyor. Uygulamaya, hayatın içine bakınca bu iyi niyet bize, tabana, örgüte hiç yansımıyor. Siz’e seslenmenin örgüte de seslenmek olacağı açısından yazmamak benim için sorumsuzluk.
Üye olmamda Siz’in bu partiye demokrasi getirecek olma söyleminiz ve benim size güvenim önemliydi. Sizinle bir referandum, bir milletvekili, bir de yerel seçim yaşadık. Mahalle, ilçe, il, Genel Merkez anlamında örgüt içi seçimlerden geçtik. Bu konuda ki eleştirilerimi size özel bir mektupla iletmiştim. Elinize geçtiğine; okuduğunuzu sanmıyorum. Şu yerel seçimlerde alınan sonuçlar, partinin kendi çalışmasında yaşadığı dağınıklık, çaresizlik o gün mektubumda da açıkça altı çizilmişti. Daha iyiye dönük değişen bir şey var mı; buradan bakınca görülmüyor. İyi niyetiniz, çabanızla ortada. Gücünüz yetmiyor olmalı diye düşünüyorum. İktidar olma, ya da siyaset, algı yaratma sanatı derler. Bırakın tabanımızı, atanan kişilerde bile iktidar olma algısı kendi iktidarlarıdır. O makamdan uzaklaştıklarında bu parti bitik diye ortaya çıkıyorlar. İktidarın asıl başarısı bizim tabanımızdaki umutsuzluktur. Bunları görmüyor, göremiyor olamazsınız.  
Bir özlü söz vardır.”Beni bir kez aldatırsan sana yuh olsun. İki kez aldatırsan bana yuh olsun” der. Bu partide; 1977 yılından bu yana partililerin bir kez olsun doğru dürüst seçme, seçilme hakkını kullandığını görüp, duymadık. Değişmez gerekçe; yapı doğru seçemez, olağan üstü durum! Bitmeyen senfoni örneği umut hep gelecek seçime havale edildi. Ve böylece biz her seçime umutsuz girdik. Kendimize kaç kez yuh çekmemiz gerekiyor dersiniz? “Siz doğru olun eğri belasını bulur” hep dilinizde. Karşı tarafın eğriliği saklı gizli değil ki; açık, net.Siz demokrasinin değerleriyle Adaletsiz Kalkınma Partisi’nin yöneticilerini yargılıyorsunuz; onlar ve onlara güç verenler şeriatın ve çıkarlarının bakışıyla yumak oluyorlar. Biz hep başarı için başkalarının başarısızlığı, yanlışı, başına bir felaket gelmesini mi bekleyeceğiz! Başarımızı buna mı endeksleyeceğiz? Yoksa kendi yanlışlarımızdan arınarak, eğiterek, çalışarak, yarışarak, hak ederek mi iktidar olacağız? Biz hangisini yapıyoruz? Hangi yol, yöntem bize yakışıyor dersiniz? Biz farklıyız derken; örgütsel yapımızın onlara benzemesi bizi inanılır kılıyor mu? Fırsat bulanlar Başbakan’dan ne kadar az diktatör? Denebilir ki; siz bu mektubu o partide yazamazdınız. Yazınca yıldız mı takılır; adam yerine konup şunlar doğru değil diyen cevap mı verilir!
Sosyal demokrat bir partiyiz diyoruz. Bireysel özgürlükler, haklar, sorumluluklar, saydamlık, hukuk devleti, adalet, çoğulculuk, katılımcılık, sosyal güvence, örgütlü toplum kavramlarının üzerine basarak; insan merkezli bir siyaset yapacağımızı, demokrasi adı altında söyleriz, yazarız. Teorik olarak seçme seçilme hakkını insanlık 1789 da edindi dersek. Biz bu gün kendi yöneticilerimizi seçemiyoruz! Yanlışlar yapmadan demokrasi kültürünü nasıl kazanacağız. Onlarca yıl bu hakları yok saydık. Cumhuriyeti kuranlar, cumhuriyeti halka anlatana kadar padişahlıkla yönetelim mi demişler, öyle mi yapmışlar? Amaç demokrasiyse niye “Ben sizin babanızım ben ne dersem o olur.” diretiliyor?
Demokrasi, çağdaş uygarlık iddiaları kulla değil, yurttaşla olur. Yurttaş bilinçtir, kendine saygıdır, toplumsal sorumluluktur. Biz aklını kullanmasını öğretmediğimiz; sürekli hak ve özgürlüklerini yok ederek kendine saygısını yitirmesine neden olduğumuz; umudunu yok ettiğimiz kişilerle nasıl başaracağız bu işi? Siz meydanlarda konuşunca konular anlaşıldı, dinleyenlerin demokrasi kültürü gelişti, vicdanı olanlar bize oy verecek sanıyor yönetenler. Orası bir sahne; perde kapanıyor, seyirci hayatına dönüyor. Sen o hayatın neresindesin! Partinin programından, tüzüğünden, yaşanılan sorunlara çözüm projelerinden, demokrasiden bihaber bıraktığımız partililer; bilmediği, inanmadığı bu kavramları kendi alanında nasıl anlatacaklar? Bunlar irdelenmiyor. Özellikle kırsal kesim ve varoşlardaki halk genelde komşusu olan partilinin kendisiyle olan ilişkisine, bilincine, samimiyetine ve de o yapı içinde olanların birbirine sahip çıkma güvencelerine ilgi duyuyorlar. Gireceği yapıda kendisi güven içinde olsun isterler. Bu yapı ise daha çok kendini kemiriyor. Bu atama kültürü içten içe kin, nefret, uşak ve diktatör yaratıyor. Yöneticiyi partililerin tamamı seçmiş olsa bir seçimden öteki seçime herkes birbirini arar, sorar. Birbirinin yaralarına mehlem olmaya çalışır. Partide sürekli dinamizm olur. Cumhuriyeti İngiliz Muharip Cemiyeti Üyeleri değil, kendisine saygısı olan insanlar kurdu. Hep birlikte partinin ve partilinin kimyasını bozduk. Bütün üyelerimiz kendi alanlarında görevlerini eksiksiz yapacaklar ki başarılı olalım. Karşısında din istismarı var ise Peygamberler bile tek başlarına çaresiz kalacaklardır. Genel Başkan bir cephe komutanıdır. Eğitimsiz, inançsız, silahsız, organizesiz erlerle savaş kazanabilmiş bir örnek var mıdır?  
Partide eğitim var mı?  Aldığınız göstermelik raporlar ve törensel toplantılara dayanarak var demeyin sakın. Eğitimin ciddi bir iş olduğunu siz daha iyi bilirsiniz. İstisnaları çıkarın; eğitimci diye görevlendirilenlerin çoğunluğu bile; genel siyaseti, ülke, dünya gerçeklerini bilmek bir tarafa; programdan okuduğunu doğru algılayıp aktaramaz durumdadır. Bu onların kusuru değil. Eğiticiler el altından seçiliyor. Bu işi yapacakları yönetim kadroları yetki kullanarak dışlıyor. Üç kişiden biri var oluş felsefesini, biri sosyal demokrasiyi hırpalıyor. MHP de simge olan Türkeş ve milliyetçilik, AKP de Erdoğan ve dinin siyasette kullanılması hırpalanabilir mi? Atanan belediye başkanları kenti yönetmekten önce partiye el atıyorlar. Kamusal gücün ağırlığı, insanların yoksulluğu, çaresizliği içinde kadın ve gençlik dâhil tüm örgüt, güçlü olanın eline geçiyor. Erdemlilik kendini ezdirmemekten çok başkasını ezmemek kültürüdür. Demokrasilerde üstün insan yoktur derler. Biz örgütü geri itip kerameti kendinden menkul kahramanlar yaratıyoruz. Üye küçülüyor, yönetici yarı Tanrı’laşıyor. Yapılan, görünen yansıyan, bu. Bu uygulamanın neresinde program felsefesi var.
 Demokrasilerde belediye başkanları kenti yönetmek için seçilir ve kenti yönetirler. Kentin varoşlarında yaşayan, kırsaldan yeni gelen hem şehirlilerini kültürle, sanatla tanıştırır. Onları kent yaşamı da denilen demokratik kültürle donatır. Gerekiyorsa ki gerekir; meslek ve demokratik kitle örgütlerini bu amaçla destekler. Birlikte çalışır. Bireyi yurttaş yaparken toplumsal sorumluluk aşılar. Asla partiyi şekillendirmeyi düşünmezler bile. Belediye başkanlığı kamu parası harcayan bir görevdir. Görevi gereği menfaat çevreleriyle ilişkileri kaçınılmazdır. Bu konuda her türlü baskıyla karşı karşıya kalabilirler de. Örgütü ise; makam, mevki, çıkar peşinde koşmayan idealist kadroların en donanımlıları yönetir olmalıdır. Belediye başkanının baskıya, şantaja karşı korunması ve onun yanlış yapmamasına dönük olarak da partisi adına sorumluluğu vardır. Koltuk değneği olan örgüt bunu ne derece yapabilir? İnandırıcılığın bir ayağı buradadır. Parti Genel Merkezinin ve partisi adına kenti yönetenlerin derdi, çabası bu yönde olmalı değil midir; böyle midir? Zira örgüt damarlarda dolaşan kan gibidir. Her haneye, her kişiye, her alana ulaşmalıdır. Vardığı yere umut ve çözüm götürmelidir. İstisna hariç bizim örgütlerimiz böyledir diyebilir miyiz?
Demokrasi bir dengedir. Muhalefet gerçek bir örgüt, bir denge olabilseydi; şu ülkede yapılanlar yapılabilir miydi? Demokrasinin dayanağı örgütlü yapıdır. Kayıtlı üyelerin önemli bir kısmı kerhen oy veriyorum diyorsa bir yanın felçli demektir. Siyasal iktidar isteyince seni de, beni de devletin gücüyle eziyor; sen de istediğin zaman beni eziyorsun. Sende özgürlüğümü, haklarımı gasp ediyorsun, o da! Ne farkınız var düşüncesi ne kadar haksızdır?  Biliyor olmalısınız ki belediye başkanını atayınca delegeyi, ilçe yönetimini, il yönetimini, kontenjan dışında milletvekillerini de atamış oluyorsunuz. Hatta gelecekteki belediye başkanını bile… Bunu tüm üyelerin katılımı ile yapılacak bir ön seçimle biraz dengeleyebilirsiniz. Kaldı ki uygulanacaksa.
Sayın Genel Başkanım size dönük istismarlardan biri inancınız oluyor. Demokrasilerde bu istismar, yapanlar için utançtır elbette. Ancak bu demokrasilerde böyledir. Bu istismar az çok parti içinde bile söz konusu. Çünkü partide demokrasi kültürü yok. Beni bağışlayın, Siz’in varlık nedeniniz öncelikle parti içi demokrasi olmalıydı. Partiler yasası, seçim yasası engel; bir iktidar olalım görün siz demokrasiyi algısını yaratmakla kendimizi uyutuyoruz. Anayasal demokrasi anayasalarda kalıyor. Bir kez daha görüldü ki Anayasa, baba yasa değil, gezi parkı bir setmiş. Kendini aydınlatmayan ampul etrafını aydınlatıyor mu? Günümüzde demokrasi tabandan başlarsa demokrasi oluyor. Bunu siz daha iyi bilirsiniz. Herkes sizden demokrasi bekledi, bekliyor. Bu Cumhurbaşkanının kimin olacağından daha önemlidir. Sayın Ahmet Necdet Sezer gidişatı durdurabildi mi? Bakın tabana rağmen Sayın Baykal anayasa değişikliği yaparak başbakanın suçunu yok saydı. Mahkemenin suçlu görüp cezalandırdığı birini, şu kadar oy aldı diye akladı. Şimdi siz Başbakan’a diyorsunuz ki; hırsızlığınızı, yolsuzluğunuzu sandıkla aklayamazsınız. Tabana rağmen O’na bunu hak görmedik mi? Hiçbir şeyken bunu hak olarak alan biri; bu kadar güçle, şimdi yargıya boyun eğer mi? Eğiyor mu? Deyim yerindeyse boynunu giyotine uzatır mı? Parti içi demokrasi olsa idi o gün bu hukuk ayıbını yapabilir miydiniz?
Seçim sonrası selden kütük kapar gibi bazı sesler duyuyorum. Kılıçdaroğlu gitmelidir. Şu gelmelidir, bu gelmelidir. İyi niyetle böyle olacağını sananlar da olabilir. Parti içi demokrasi olmadıkça genel başkanın değişimi başarıyı değil; zaman kaybı ve partinin hırpalanmasını getirecektir. Lideri ya olağan üstü durum ya da tüzüksel ilkeler getirir. Siyaseten Sayın Baykal’dan donanımlı kaç kişi var ülkede. Bunca yılda kaç kez iktidar olabildi! Demek ki bu gün için çözümün sırrı genel başkan değil. Ben; kurtarıcı aramanın insanın kendisine saygısını yitirmesidir diye düşünüyorum. Kendisine saygısını yitiren kişileri hiç kimse kurtaramaz.
Ancak döneminizi başarılı, siyasetinizi de çok doğru bulmuyorum. Bulunduğumuz noktaya baktığınızda; bunu sanıyorum sizde kendi kendinize söylüyor olmalısınız. Sizi değiştirmekle partinin, ülkenin sorunlarını çözeceklerini sananlar ya bilinçsiz, ya da iyi niyetli değiller diye düşünürüm. Kimseye saygısızlık etmek istemem; eski konumlarından dolayı sizin değişmenizi isteyenler ve sizinle makam bulanlar ancak laf olsun diye demokrasi diyorlar.
Demokrasinin bir ayağı çoğulculuksa; gerçek demokrasi, sizin gibi bir farklılıkla gelebilirse kalıcı olacaktır. Bu umut sizin elinizde; bu umudu lütfen bitirmeyin. İktidar olmanın da, demokrasinin de, başarının da tek yolunun gerçek anlamda parti içi demokrasiden geçtiğinin altını bir kez daha kalın bir çizgi ile çizerken; eğitim, örgütlenme, adalet, saygı, saygı, saygılar diyerek bitirmek istiyorum.15.4.2014- Ali KARLIDAĞ. “ 0536,2560281”
NOT:
 Geçmiş olsun dileğimle size dönük saldırıyı kınıyor; saldırganın da olsa, bir annenin yakarmasını geri çevirmeyişiniz kin, intikam diyenlerin karanlık yüreğine umarım ışık tutar.