“Partililerin duygularını, düşüncelerini, övgü
ve yergilerini yönetenlere sesli duyurabileceği bir ortam olsun isterdim.
Yıllardır böyle bir fırsat bulmadım, duymadım. Bu nedenle yazıyorum”
Sayın
Genel Başkanım;
CHP
Kurtuluş Savaşımızın ateşi ve direnciyle pişmiş, Cumhuriyeti ve ona direnç
verecek devrimleri gerçekleştirmiş, çok partili hayatla demokrasiye adım atmış
bir parti, bir tarih. Ben değil biz diyen bir kadronun yolunu aydınlattığı bir örgüt.
Taban var, deneyim var, kadro var; bunca yıldır iktidar olamıyorsa nedenlerini
sorgulamak sorumluluğumuz olmalı diye düşünüyorum.
Doğrusu;
işte bu konuda Siz’inle söyleşmek, izninizle biraz da eleştirmek istiyorum. Bu eleştirinin
ne kadarını hak ediyorsunuz, işte onda kararsızım. Eleştirilerim noktasında CHP
Genel Başkanı’nın eli ne kadar güçlüdür bilemem. Buradan bakınca iyi
niyetinizden şüphe edilmiyor. Uygulamaya, hayatın içine bakınca bu iyi niyet bize,
tabana, örgüte hiç yansımıyor. Siz’e seslenmenin örgüte de seslenmek olacağı açısından
yazmamak benim için sorumsuzluk.
Üye
olmamda Siz’in bu partiye demokrasi getirecek olma söyleminiz ve benim size güvenim
önemliydi. Sizinle bir referandum, bir milletvekili, bir de yerel seçim
yaşadık. Mahalle, ilçe, il, Genel Merkez anlamında örgüt içi seçimlerden
geçtik. Bu konuda ki eleştirilerimi size özel bir mektupla iletmiştim. Elinize
geçtiğine; okuduğunuzu sanmıyorum. Şu yerel seçimlerde alınan sonuçlar,
partinin kendi çalışmasında yaşadığı dağınıklık, çaresizlik o gün mektubumda da
açıkça altı çizilmişti. Daha iyiye dönük değişen bir şey var mı; buradan
bakınca görülmüyor. İyi niyetiniz, çabanızla ortada. Gücünüz yetmiyor olmalı
diye düşünüyorum. İktidar olma, ya da siyaset, algı yaratma sanatı derler. Bırakın
tabanımızı, atanan kişilerde bile iktidar olma algısı kendi iktidarlarıdır. O
makamdan uzaklaştıklarında bu parti bitik diye ortaya çıkıyorlar. İktidarın
asıl başarısı bizim tabanımızdaki umutsuzluktur. Bunları görmüyor, göremiyor
olamazsınız.
Bir
özlü söz vardır.”Beni bir kez aldatırsan sana yuh olsun. İki kez aldatırsan
bana yuh olsun” der. Bu partide; 1977 yılından bu yana partililerin bir kez
olsun doğru dürüst seçme, seçilme hakkını kullandığını görüp, duymadık.
Değişmez gerekçe; yapı doğru seçemez, olağan üstü durum! Bitmeyen senfoni
örneği umut hep gelecek seçime havale edildi. Ve böylece biz her seçime umutsuz
girdik. Kendimize kaç kez yuh çekmemiz gerekiyor dersiniz? “Siz doğru olun eğri
belasını bulur” hep dilinizde. Karşı tarafın eğriliği saklı gizli değil ki; açık,
net.Siz demokrasinin değerleriyle Adaletsiz
Kalkınma Partisi’nin yöneticilerini yargılıyorsunuz; onlar ve onlara güç verenler
şeriatın ve çıkarlarının bakışıyla yumak oluyorlar. Biz hep başarı için başkalarının
başarısızlığı, yanlışı, başına bir felaket gelmesini mi bekleyeceğiz!
Başarımızı buna mı endeksleyeceğiz? Yoksa kendi yanlışlarımızdan arınarak,
eğiterek, çalışarak, yarışarak, hak ederek mi iktidar olacağız? Biz hangisini
yapıyoruz? Hangi yol, yöntem bize yakışıyor dersiniz? Biz farklıyız derken;
örgütsel yapımızın onlara benzemesi bizi inanılır kılıyor mu? Fırsat bulanlar
Başbakan’dan ne kadar az diktatör? Denebilir ki; siz bu mektubu o partide yazamazdınız.
Yazınca yıldız mı takılır; adam yerine konup şunlar doğru değil diyen cevap mı
verilir!
Sosyal
demokrat bir partiyiz diyoruz. Bireysel özgürlükler, haklar, sorumluluklar,
saydamlık, hukuk devleti, adalet, çoğulculuk, katılımcılık, sosyal güvence,
örgütlü toplum kavramlarının üzerine basarak; insan merkezli bir siyaset
yapacağımızı, demokrasi adı altında söyleriz, yazarız. Teorik olarak seçme
seçilme hakkını insanlık 1789 da edindi dersek. Biz bu gün kendi
yöneticilerimizi seçemiyoruz! Yanlışlar yapmadan demokrasi kültürünü nasıl
kazanacağız. Onlarca yıl bu hakları yok saydık. Cumhuriyeti kuranlar,
cumhuriyeti halka anlatana kadar padişahlıkla yönetelim mi demişler, öyle mi
yapmışlar? Amaç demokrasiyse niye “Ben sizin babanızım ben ne dersem o olur.” diretiliyor?
Demokrasi,
çağdaş uygarlık iddiaları kulla değil, yurttaşla olur. Yurttaş bilinçtir,
kendine saygıdır, toplumsal sorumluluktur. Biz aklını kullanmasını öğretmediğimiz;
sürekli hak ve özgürlüklerini yok ederek kendine saygısını yitirmesine neden
olduğumuz; umudunu yok ettiğimiz kişilerle nasıl başaracağız bu işi? Siz
meydanlarda konuşunca konular anlaşıldı, dinleyenlerin demokrasi kültürü
gelişti, vicdanı olanlar bize oy verecek sanıyor yönetenler. Orası bir sahne;
perde kapanıyor, seyirci hayatına dönüyor. Sen o hayatın neresindesin! Partinin
programından, tüzüğünden, yaşanılan sorunlara çözüm projelerinden, demokrasiden
bihaber bıraktığımız partililer; bilmediği, inanmadığı bu kavramları kendi
alanında nasıl anlatacaklar? Bunlar irdelenmiyor. Özellikle kırsal kesim ve
varoşlardaki halk genelde komşusu olan partilinin kendisiyle olan ilişkisine,
bilincine, samimiyetine ve de o yapı içinde olanların birbirine sahip çıkma
güvencelerine ilgi duyuyorlar. Gireceği yapıda kendisi güven içinde olsun isterler.
Bu yapı ise daha çok kendini kemiriyor. Bu atama kültürü içten içe kin, nefret,
uşak ve diktatör yaratıyor. Yöneticiyi partililerin tamamı seçmiş olsa bir
seçimden öteki seçime herkes birbirini arar, sorar. Birbirinin yaralarına mehlem
olmaya çalışır. Partide sürekli dinamizm olur. Cumhuriyeti İngiliz Muharip
Cemiyeti Üyeleri değil, kendisine saygısı olan insanlar kurdu. Hep birlikte
partinin ve partilinin kimyasını bozduk. Bütün üyelerimiz kendi alanlarında görevlerini
eksiksiz yapacaklar ki başarılı olalım. Karşısında din istismarı var ise
Peygamberler bile tek başlarına çaresiz kalacaklardır. Genel Başkan bir cephe
komutanıdır. Eğitimsiz, inançsız, silahsız, organizesiz erlerle savaş
kazanabilmiş bir örnek var mıdır?
Partide
eğitim var mı? Aldığınız göstermelik
raporlar ve törensel toplantılara dayanarak var demeyin sakın. Eğitimin ciddi
bir iş olduğunu siz daha iyi bilirsiniz. İstisnaları çıkarın; eğitimci diye
görevlendirilenlerin çoğunluğu bile; genel siyaseti, ülke, dünya gerçeklerini
bilmek bir tarafa; programdan okuduğunu doğru algılayıp aktaramaz durumdadır.
Bu onların kusuru değil. Eğiticiler el altından seçiliyor. Bu işi yapacakları
yönetim kadroları yetki kullanarak dışlıyor. Üç kişiden biri var oluş
felsefesini, biri sosyal demokrasiyi hırpalıyor. MHP de simge olan Türkeş ve
milliyetçilik, AKP de Erdoğan ve dinin siyasette kullanılması hırpalanabilir
mi? Atanan belediye başkanları kenti yönetmekten önce partiye el atıyorlar. Kamusal
gücün ağırlığı, insanların yoksulluğu, çaresizliği içinde kadın ve gençlik dâhil
tüm örgüt, güçlü olanın eline geçiyor. Erdemlilik kendini ezdirmemekten çok
başkasını ezmemek kültürüdür. Demokrasilerde üstün insan yoktur derler. Biz
örgütü geri itip kerameti kendinden menkul kahramanlar yaratıyoruz. Üye
küçülüyor, yönetici yarı Tanrı’laşıyor. Yapılan, görünen yansıyan, bu. Bu
uygulamanın neresinde program felsefesi var.
Demokrasilerde belediye başkanları kenti
yönetmek için seçilir ve kenti yönetirler. Kentin varoşlarında yaşayan,
kırsaldan yeni gelen hem şehirlilerini kültürle, sanatla tanıştırır. Onları
kent yaşamı da denilen demokratik kültürle donatır. Gerekiyorsa ki gerekir; meslek
ve demokratik kitle örgütlerini bu amaçla destekler. Birlikte çalışır. Bireyi
yurttaş yaparken toplumsal sorumluluk aşılar. Asla partiyi şekillendirmeyi
düşünmezler bile. Belediye başkanlığı kamu parası harcayan bir görevdir. Görevi
gereği menfaat çevreleriyle ilişkileri kaçınılmazdır. Bu konuda her türlü baskıyla
karşı karşıya kalabilirler de. Örgütü ise; makam, mevki, çıkar peşinde koşmayan
idealist kadroların en donanımlıları yönetir olmalıdır. Belediye başkanının baskıya,
şantaja karşı korunması ve onun yanlış yapmamasına dönük olarak da partisi
adına sorumluluğu vardır. Koltuk değneği olan örgüt bunu ne derece yapabilir? İnandırıcılığın
bir ayağı buradadır. Parti Genel Merkezinin ve partisi adına kenti yönetenlerin
derdi, çabası bu yönde olmalı değil midir; böyle midir? Zira örgüt damarlarda
dolaşan kan gibidir. Her haneye, her kişiye, her alana ulaşmalıdır. Vardığı
yere umut ve çözüm götürmelidir. İstisna hariç bizim örgütlerimiz böyledir
diyebilir miyiz?
Demokrasi
bir dengedir. Muhalefet gerçek bir örgüt, bir denge olabilseydi; şu ülkede
yapılanlar yapılabilir miydi? Demokrasinin dayanağı örgütlü yapıdır. Kayıtlı
üyelerin önemli bir kısmı kerhen oy veriyorum diyorsa bir yanın felçli
demektir. Siyasal iktidar isteyince seni de, beni de devletin gücüyle eziyor;
sen de istediğin zaman beni eziyorsun. Sende özgürlüğümü, haklarımı gasp
ediyorsun, o da! Ne farkınız var düşüncesi ne kadar haksızdır? Biliyor olmalısınız ki belediye başkanını
atayınca delegeyi, ilçe yönetimini, il yönetimini, kontenjan dışında
milletvekillerini de atamış oluyorsunuz. Hatta gelecekteki belediye başkanını
bile… Bunu tüm üyelerin katılımı ile yapılacak bir ön seçimle biraz dengeleyebilirsiniz.
Kaldı ki uygulanacaksa.
Sayın
Genel Başkanım size dönük istismarlardan biri inancınız oluyor. Demokrasilerde
bu istismar, yapanlar için utançtır elbette. Ancak bu demokrasilerde böyledir.
Bu istismar az çok parti içinde bile söz konusu. Çünkü partide demokrasi
kültürü yok. Beni bağışlayın, Siz’in varlık nedeniniz öncelikle parti içi
demokrasi olmalıydı. Partiler yasası, seçim yasası engel; bir iktidar olalım
görün siz demokrasiyi algısını yaratmakla kendimizi uyutuyoruz. Anayasal
demokrasi anayasalarda kalıyor. Bir kez daha görüldü ki Anayasa, baba yasa
değil, gezi parkı bir setmiş. Kendini aydınlatmayan ampul etrafını aydınlatıyor
mu? Günümüzde demokrasi tabandan başlarsa demokrasi oluyor. Bunu siz daha iyi
bilirsiniz. Herkes sizden demokrasi bekledi, bekliyor. Bu Cumhurbaşkanının
kimin olacağından daha önemlidir. Sayın Ahmet Necdet Sezer gidişatı
durdurabildi mi? Bakın tabana rağmen Sayın Baykal anayasa değişikliği yaparak
başbakanın suçunu yok saydı. Mahkemenin suçlu görüp cezalandırdığı birini, şu
kadar oy aldı diye akladı. Şimdi siz Başbakan’a diyorsunuz ki; hırsızlığınızı,
yolsuzluğunuzu sandıkla aklayamazsınız. Tabana rağmen O’na bunu hak görmedik mi?
Hiçbir şeyken bunu hak olarak alan biri; bu kadar güçle, şimdi yargıya boyun
eğer mi? Eğiyor mu? Deyim yerindeyse boynunu giyotine uzatır mı? Parti içi
demokrasi olsa idi o gün bu hukuk ayıbını yapabilir miydiniz?
Seçim
sonrası selden kütük kapar gibi bazı sesler duyuyorum. Kılıçdaroğlu gitmelidir.
Şu gelmelidir, bu gelmelidir. İyi niyetle böyle olacağını sananlar da olabilir.
Parti içi demokrasi olmadıkça genel başkanın değişimi başarıyı değil; zaman
kaybı ve partinin hırpalanmasını getirecektir. Lideri ya olağan üstü durum ya
da tüzüksel ilkeler getirir. Siyaseten Sayın Baykal’dan donanımlı kaç kişi var
ülkede. Bunca yılda kaç kez iktidar olabildi! Demek ki bu gün için çözümün
sırrı genel başkan değil. Ben; kurtarıcı aramanın insanın kendisine saygısını
yitirmesidir diye düşünüyorum. Kendisine saygısını yitiren kişileri hiç kimse
kurtaramaz.
Ancak
döneminizi başarılı, siyasetinizi de çok doğru bulmuyorum. Bulunduğumuz noktaya
baktığınızda; bunu sanıyorum sizde kendi kendinize söylüyor olmalısınız. Sizi
değiştirmekle partinin, ülkenin sorunlarını çözeceklerini sananlar ya
bilinçsiz, ya da iyi niyetli değiller diye düşünürüm. Kimseye saygısızlık etmek
istemem; eski konumlarından dolayı sizin değişmenizi isteyenler ve sizinle
makam bulanlar ancak laf olsun diye demokrasi diyorlar.
Demokrasinin
bir ayağı çoğulculuksa; gerçek demokrasi, sizin gibi bir farklılıkla gelebilirse
kalıcı olacaktır. Bu umut sizin elinizde; bu umudu lütfen bitirmeyin. İktidar
olmanın da, demokrasinin de, başarının da tek yolunun gerçek anlamda parti içi
demokrasiden geçtiğinin altını bir kez daha kalın bir çizgi ile çizerken; eğitim,
örgütlenme, adalet, saygı, saygı, saygılar diyerek bitirmek istiyorum.15.4.2014-
Ali KARLIDAĞ. “ 0536,2560281”
NOT:
Geçmiş olsun dileğimle size dönük saldırıyı
kınıyor; saldırganın da olsa, bir annenin yakarmasını geri çevirmeyişiniz kin,
intikam diyenlerin karanlık yüreğine umarım ışık tutar.