20 Haziran 2014 Cuma

CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’na Açık Mektup


 “Partililerin duygularını, düşüncelerini, övgü ve yergilerini yönetenlere sesli duyurabileceği bir ortam olsun isterdim. Yıllardır böyle bir fırsat bulmadım, duymadım. Bu nedenle yazıyorum”
Sayın Genel Başkanım;
CHP Kurtuluş Savaşımızın ateşi ve direnciyle pişmiş, Cumhuriyeti ve ona direnç verecek devrimleri gerçekleştirmiş, çok partili hayatla demokrasiye adım atmış bir parti, bir tarih. Ben değil biz diyen bir kadronun yolunu aydınlattığı bir örgüt. Taban var, deneyim var, kadro var; bunca yıldır iktidar olamıyorsa nedenlerini sorgulamak sorumluluğumuz olmalı diye düşünüyorum.
Doğrusu; işte bu konuda Siz’inle söyleşmek, izninizle biraz da eleştirmek istiyorum. Bu eleştirinin ne kadarını hak ediyorsunuz, işte onda kararsızım. Eleştirilerim noktasında CHP Genel Başkanı’nın eli ne kadar güçlüdür bilemem. Buradan bakınca iyi niyetinizden şüphe edilmiyor. Uygulamaya, hayatın içine bakınca bu iyi niyet bize, tabana, örgüte hiç yansımıyor. Siz’e seslenmenin örgüte de seslenmek olacağı açısından yazmamak benim için sorumsuzluk.
Üye olmamda Siz’in bu partiye demokrasi getirecek olma söyleminiz ve benim size güvenim önemliydi. Sizinle bir referandum, bir milletvekili, bir de yerel seçim yaşadık. Mahalle, ilçe, il, Genel Merkez anlamında örgüt içi seçimlerden geçtik. Bu konuda ki eleştirilerimi size özel bir mektupla iletmiştim. Elinize geçtiğine; okuduğunuzu sanmıyorum. Şu yerel seçimlerde alınan sonuçlar, partinin kendi çalışmasında yaşadığı dağınıklık, çaresizlik o gün mektubumda da açıkça altı çizilmişti. Daha iyiye dönük değişen bir şey var mı; buradan bakınca görülmüyor. İyi niyetiniz, çabanızla ortada. Gücünüz yetmiyor olmalı diye düşünüyorum. İktidar olma, ya da siyaset, algı yaratma sanatı derler. Bırakın tabanımızı, atanan kişilerde bile iktidar olma algısı kendi iktidarlarıdır. O makamdan uzaklaştıklarında bu parti bitik diye ortaya çıkıyorlar. İktidarın asıl başarısı bizim tabanımızdaki umutsuzluktur. Bunları görmüyor, göremiyor olamazsınız.  
Bir özlü söz vardır.”Beni bir kez aldatırsan sana yuh olsun. İki kez aldatırsan bana yuh olsun” der. Bu partide; 1977 yılından bu yana partililerin bir kez olsun doğru dürüst seçme, seçilme hakkını kullandığını görüp, duymadık. Değişmez gerekçe; yapı doğru seçemez, olağan üstü durum! Bitmeyen senfoni örneği umut hep gelecek seçime havale edildi. Ve böylece biz her seçime umutsuz girdik. Kendimize kaç kez yuh çekmemiz gerekiyor dersiniz? “Siz doğru olun eğri belasını bulur” hep dilinizde. Karşı tarafın eğriliği saklı gizli değil ki; açık, net.Siz demokrasinin değerleriyle Adaletsiz Kalkınma Partisi’nin yöneticilerini yargılıyorsunuz; onlar ve onlara güç verenler şeriatın ve çıkarlarının bakışıyla yumak oluyorlar. Biz hep başarı için başkalarının başarısızlığı, yanlışı, başına bir felaket gelmesini mi bekleyeceğiz! Başarımızı buna mı endeksleyeceğiz? Yoksa kendi yanlışlarımızdan arınarak, eğiterek, çalışarak, yarışarak, hak ederek mi iktidar olacağız? Biz hangisini yapıyoruz? Hangi yol, yöntem bize yakışıyor dersiniz? Biz farklıyız derken; örgütsel yapımızın onlara benzemesi bizi inanılır kılıyor mu? Fırsat bulanlar Başbakan’dan ne kadar az diktatör? Denebilir ki; siz bu mektubu o partide yazamazdınız. Yazınca yıldız mı takılır; adam yerine konup şunlar doğru değil diyen cevap mı verilir!
Sosyal demokrat bir partiyiz diyoruz. Bireysel özgürlükler, haklar, sorumluluklar, saydamlık, hukuk devleti, adalet, çoğulculuk, katılımcılık, sosyal güvence, örgütlü toplum kavramlarının üzerine basarak; insan merkezli bir siyaset yapacağımızı, demokrasi adı altında söyleriz, yazarız. Teorik olarak seçme seçilme hakkını insanlık 1789 da edindi dersek. Biz bu gün kendi yöneticilerimizi seçemiyoruz! Yanlışlar yapmadan demokrasi kültürünü nasıl kazanacağız. Onlarca yıl bu hakları yok saydık. Cumhuriyeti kuranlar, cumhuriyeti halka anlatana kadar padişahlıkla yönetelim mi demişler, öyle mi yapmışlar? Amaç demokrasiyse niye “Ben sizin babanızım ben ne dersem o olur.” diretiliyor?
Demokrasi, çağdaş uygarlık iddiaları kulla değil, yurttaşla olur. Yurttaş bilinçtir, kendine saygıdır, toplumsal sorumluluktur. Biz aklını kullanmasını öğretmediğimiz; sürekli hak ve özgürlüklerini yok ederek kendine saygısını yitirmesine neden olduğumuz; umudunu yok ettiğimiz kişilerle nasıl başaracağız bu işi? Siz meydanlarda konuşunca konular anlaşıldı, dinleyenlerin demokrasi kültürü gelişti, vicdanı olanlar bize oy verecek sanıyor yönetenler. Orası bir sahne; perde kapanıyor, seyirci hayatına dönüyor. Sen o hayatın neresindesin! Partinin programından, tüzüğünden, yaşanılan sorunlara çözüm projelerinden, demokrasiden bihaber bıraktığımız partililer; bilmediği, inanmadığı bu kavramları kendi alanında nasıl anlatacaklar? Bunlar irdelenmiyor. Özellikle kırsal kesim ve varoşlardaki halk genelde komşusu olan partilinin kendisiyle olan ilişkisine, bilincine, samimiyetine ve de o yapı içinde olanların birbirine sahip çıkma güvencelerine ilgi duyuyorlar. Gireceği yapıda kendisi güven içinde olsun isterler. Bu yapı ise daha çok kendini kemiriyor. Bu atama kültürü içten içe kin, nefret, uşak ve diktatör yaratıyor. Yöneticiyi partililerin tamamı seçmiş olsa bir seçimden öteki seçime herkes birbirini arar, sorar. Birbirinin yaralarına mehlem olmaya çalışır. Partide sürekli dinamizm olur. Cumhuriyeti İngiliz Muharip Cemiyeti Üyeleri değil, kendisine saygısı olan insanlar kurdu. Hep birlikte partinin ve partilinin kimyasını bozduk. Bütün üyelerimiz kendi alanlarında görevlerini eksiksiz yapacaklar ki başarılı olalım. Karşısında din istismarı var ise Peygamberler bile tek başlarına çaresiz kalacaklardır. Genel Başkan bir cephe komutanıdır. Eğitimsiz, inançsız, silahsız, organizesiz erlerle savaş kazanabilmiş bir örnek var mıdır?  
Partide eğitim var mı?  Aldığınız göstermelik raporlar ve törensel toplantılara dayanarak var demeyin sakın. Eğitimin ciddi bir iş olduğunu siz daha iyi bilirsiniz. İstisnaları çıkarın; eğitimci diye görevlendirilenlerin çoğunluğu bile; genel siyaseti, ülke, dünya gerçeklerini bilmek bir tarafa; programdan okuduğunu doğru algılayıp aktaramaz durumdadır. Bu onların kusuru değil. Eğiticiler el altından seçiliyor. Bu işi yapacakları yönetim kadroları yetki kullanarak dışlıyor. Üç kişiden biri var oluş felsefesini, biri sosyal demokrasiyi hırpalıyor. MHP de simge olan Türkeş ve milliyetçilik, AKP de Erdoğan ve dinin siyasette kullanılması hırpalanabilir mi? Atanan belediye başkanları kenti yönetmekten önce partiye el atıyorlar. Kamusal gücün ağırlığı, insanların yoksulluğu, çaresizliği içinde kadın ve gençlik dâhil tüm örgüt, güçlü olanın eline geçiyor. Erdemlilik kendini ezdirmemekten çok başkasını ezmemek kültürüdür. Demokrasilerde üstün insan yoktur derler. Biz örgütü geri itip kerameti kendinden menkul kahramanlar yaratıyoruz. Üye küçülüyor, yönetici yarı Tanrı’laşıyor. Yapılan, görünen yansıyan, bu. Bu uygulamanın neresinde program felsefesi var.
 Demokrasilerde belediye başkanları kenti yönetmek için seçilir ve kenti yönetirler. Kentin varoşlarında yaşayan, kırsaldan yeni gelen hem şehirlilerini kültürle, sanatla tanıştırır. Onları kent yaşamı da denilen demokratik kültürle donatır. Gerekiyorsa ki gerekir; meslek ve demokratik kitle örgütlerini bu amaçla destekler. Birlikte çalışır. Bireyi yurttaş yaparken toplumsal sorumluluk aşılar. Asla partiyi şekillendirmeyi düşünmezler bile. Belediye başkanlığı kamu parası harcayan bir görevdir. Görevi gereği menfaat çevreleriyle ilişkileri kaçınılmazdır. Bu konuda her türlü baskıyla karşı karşıya kalabilirler de. Örgütü ise; makam, mevki, çıkar peşinde koşmayan idealist kadroların en donanımlıları yönetir olmalıdır. Belediye başkanının baskıya, şantaja karşı korunması ve onun yanlış yapmamasına dönük olarak da partisi adına sorumluluğu vardır. Koltuk değneği olan örgüt bunu ne derece yapabilir? İnandırıcılığın bir ayağı buradadır. Parti Genel Merkezinin ve partisi adına kenti yönetenlerin derdi, çabası bu yönde olmalı değil midir; böyle midir? Zira örgüt damarlarda dolaşan kan gibidir. Her haneye, her kişiye, her alana ulaşmalıdır. Vardığı yere umut ve çözüm götürmelidir. İstisna hariç bizim örgütlerimiz böyledir diyebilir miyiz?
Demokrasi bir dengedir. Muhalefet gerçek bir örgüt, bir denge olabilseydi; şu ülkede yapılanlar yapılabilir miydi? Demokrasinin dayanağı örgütlü yapıdır. Kayıtlı üyelerin önemli bir kısmı kerhen oy veriyorum diyorsa bir yanın felçli demektir. Siyasal iktidar isteyince seni de, beni de devletin gücüyle eziyor; sen de istediğin zaman beni eziyorsun. Sende özgürlüğümü, haklarımı gasp ediyorsun, o da! Ne farkınız var düşüncesi ne kadar haksızdır?  Biliyor olmalısınız ki belediye başkanını atayınca delegeyi, ilçe yönetimini, il yönetimini, kontenjan dışında milletvekillerini de atamış oluyorsunuz. Hatta gelecekteki belediye başkanını bile… Bunu tüm üyelerin katılımı ile yapılacak bir ön seçimle biraz dengeleyebilirsiniz. Kaldı ki uygulanacaksa.
Sayın Genel Başkanım size dönük istismarlardan biri inancınız oluyor. Demokrasilerde bu istismar, yapanlar için utançtır elbette. Ancak bu demokrasilerde böyledir. Bu istismar az çok parti içinde bile söz konusu. Çünkü partide demokrasi kültürü yok. Beni bağışlayın, Siz’in varlık nedeniniz öncelikle parti içi demokrasi olmalıydı. Partiler yasası, seçim yasası engel; bir iktidar olalım görün siz demokrasiyi algısını yaratmakla kendimizi uyutuyoruz. Anayasal demokrasi anayasalarda kalıyor. Bir kez daha görüldü ki Anayasa, baba yasa değil, gezi parkı bir setmiş. Kendini aydınlatmayan ampul etrafını aydınlatıyor mu? Günümüzde demokrasi tabandan başlarsa demokrasi oluyor. Bunu siz daha iyi bilirsiniz. Herkes sizden demokrasi bekledi, bekliyor. Bu Cumhurbaşkanının kimin olacağından daha önemlidir. Sayın Ahmet Necdet Sezer gidişatı durdurabildi mi? Bakın tabana rağmen Sayın Baykal anayasa değişikliği yaparak başbakanın suçunu yok saydı. Mahkemenin suçlu görüp cezalandırdığı birini, şu kadar oy aldı diye akladı. Şimdi siz Başbakan’a diyorsunuz ki; hırsızlığınızı, yolsuzluğunuzu sandıkla aklayamazsınız. Tabana rağmen O’na bunu hak görmedik mi? Hiçbir şeyken bunu hak olarak alan biri; bu kadar güçle, şimdi yargıya boyun eğer mi? Eğiyor mu? Deyim yerindeyse boynunu giyotine uzatır mı? Parti içi demokrasi olsa idi o gün bu hukuk ayıbını yapabilir miydiniz?
Seçim sonrası selden kütük kapar gibi bazı sesler duyuyorum. Kılıçdaroğlu gitmelidir. Şu gelmelidir, bu gelmelidir. İyi niyetle böyle olacağını sananlar da olabilir. Parti içi demokrasi olmadıkça genel başkanın değişimi başarıyı değil; zaman kaybı ve partinin hırpalanmasını getirecektir. Lideri ya olağan üstü durum ya da tüzüksel ilkeler getirir. Siyaseten Sayın Baykal’dan donanımlı kaç kişi var ülkede. Bunca yılda kaç kez iktidar olabildi! Demek ki bu gün için çözümün sırrı genel başkan değil. Ben; kurtarıcı aramanın insanın kendisine saygısını yitirmesidir diye düşünüyorum. Kendisine saygısını yitiren kişileri hiç kimse kurtaramaz.
Ancak döneminizi başarılı, siyasetinizi de çok doğru bulmuyorum. Bulunduğumuz noktaya baktığınızda; bunu sanıyorum sizde kendi kendinize söylüyor olmalısınız. Sizi değiştirmekle partinin, ülkenin sorunlarını çözeceklerini sananlar ya bilinçsiz, ya da iyi niyetli değiller diye düşünürüm. Kimseye saygısızlık etmek istemem; eski konumlarından dolayı sizin değişmenizi isteyenler ve sizinle makam bulanlar ancak laf olsun diye demokrasi diyorlar.
Demokrasinin bir ayağı çoğulculuksa; gerçek demokrasi, sizin gibi bir farklılıkla gelebilirse kalıcı olacaktır. Bu umut sizin elinizde; bu umudu lütfen bitirmeyin. İktidar olmanın da, demokrasinin de, başarının da tek yolunun gerçek anlamda parti içi demokrasiden geçtiğinin altını bir kez daha kalın bir çizgi ile çizerken; eğitim, örgütlenme, adalet, saygı, saygı, saygılar diyerek bitirmek istiyorum.15.4.2014- Ali KARLIDAĞ. “ 0536,2560281”
NOT:
 Geçmiş olsun dileğimle size dönük saldırıyı kınıyor; saldırganın da olsa, bir annenin yakarmasını geri çevirmeyişiniz kin, intikam diyenlerin karanlık yüreğine umarım ışık tutar.

                                                                                                                                              
                                                                          

Hiç yorum yok: